Sayfalar

7 Kasım 2010 Pazar

Haydarabad, Hindistan

Ne Zaman Gittik? Kasım 2010

Neler Okuduk? Muhammad Qulı Qutb Shah tarafından 1591'de Musi nehri kıyısına kurulan inciler şehri Haydarabad 2010 yılından itibaren en yüksek nüfus yoğunluğuna sahip şehirlerin başında gelmekteymiş. Bunun başlıca nedeni ise Hussain Sagar Gölü'yle ayrılmalarına rağmen yakınlardaki Secunderabad şehriyle zamanla birleşmelerinden dolayı. Old city denilen tarihi şehir nehrin güney kısmında yer almaktaymış. Tropikal iklimi nedeniyle muson yağmurlarının görüldüğü şehre şimdilerde Cyberabad da deniliyormuş, çünkü Hindistan'ın IT yani bilgi teknolojileri merkezi olarak geçiyor.

Neler Gördük? Kalabalık. At arabaları, motorlu taşıtlar ve yayaların aynı yolu kullanması çok garibimize gitti ilk anda. Secunderabad'ta ordunun merkezi bulunduğundan daha modern bir yapıda eski şehre göre. Charminar ve Mecca Masjid görülmesi gerekli yerlerin başında. Kuzey ve güney Hindistan'ın birleşim yeri olan şehir kültürel farklılıkları da yansıtıyor. Özellikle Gachibowli denilen büyük şirketlerin merkezlerinin toplandığı yerde. Gelmişken Hint tapınağı da görmek isterseniz Birla Mandir ve Balaji en iyi örneklerden. Telugu ve Urdu dilleri bilmenize gerek yok eğer İngilizce biliyorsanız. Genelde tabelalar İngilizce.

Neler Yedik? Köri, köri ve köri. Büryani şehri de olarak bilinen Haydarabad'ta baharat kokuları çok hoşunuza gidebilir yeni tatlara açıksanız. Modern restoranlar için otelleri ve Secunderabad'ı tercih etmeniz gerek. Falooda en yaygın içecekleri.

Gideceklere Öneriler: Ne kadar modernleşmiş bir şehir olsa da eski şehirde görülen islami yoğunluktan ötürü giyiminize dikkat edin. İklimden ötürü Kasım-Şubat arası turistik gezi için en uygun zamanlar. Havaalanı şehre 22km uzaklıkta; fakat klimalı otobüsler sizi şehrin farklı bölgelerine götürebilir. Taksiler de pahalı değil. Şehri gezmek için yürümeyi ve taksileri seçmeniz önerilir. Araba kullanmak pek akıllıca olmayabilir. Hindu ve Müslüman kavgaları arada bir Charminar yakınlarında hala devam ettiğinden geceleri buradan uzak kalmak en iyisi.

23 Eylül 2010 Perşembe

Alaçatı, İzmir





Ne Zaman Gittik? En son Eylül 2010

Neler Okuduk? Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa’daki kayıpları sonucu başlayan Balkan göçlerine dek Rum ağırlıklı nüfusu olan Çeşme’nin Alaçatı beldesi Rumların karşı adaya göçmeleri ve gelen müslüman Türkler’in Rumlar’ın boşattığı taş evlere yerleşmesiyle bugünkü halini aldı. İkinci dünya savaşına dek önemli bir ticaret limanı olan Alaçatı limanı, savaş sonrası kendi haline terkedildi. Şimdilerde ise sabit esen rüzgarı ile sörfçülerin buluşma noktası. 150 yıldır mimarisi, üzüm bağları ve değirmenleriyle bilinen Alaçatı son zamanlarda rüzgar sörfü ve tadı damağınızda kalacak kumrusu ile tanınmakta.

Neler Gördük? Alaçatı’ya son on senedir gitmeyenlerdenseniz gözlerinize inanamayacaksınız. Biraz Nevizade sokağı, biraz Yunan adalarının havası, İzmir’in sıcak halkı ve üzerine de bakımları yapılmış eski taş evleri dizdiniz mi, işte size her anından zevk alınacak bir yer. Sanırım yazmakla anlatılmayacak, görmeniz gerek. Bodrum, Kuşadası, Marmaris gibi önemli tatil merkezlerini turistlere kaptırdıktan sonra Alaçatı Avrupai görünümlü bir yerli malı. Eski yıkık dökük evleri yıkmadan, bakım ve onarımla ne kadar güzel bir yer yaratılabileceğinin kanıtı.


Neler Yedik? Alaçatı denince akla ilk gelen kumru olsa gerek. Hüseyin’den Şevki’ye ve daha birçok isme göre Kumru’cular dizilmiş Alaçatı ve Ilıca sokaklarına. Hergün yedim doyamadım tadına. Kafelerde taze limonatalar çeşit çeşit; isteyene lavantalı, isteyene güllü. Sakız Adası’nın yakında olmasından heralde sakızlı Türk kahvesi ve sakız likörü değişik tatlar denemek isteyenlere birebir.


Gideceklere Öneriler: Yaz ortası sıcağından kaçının. Haftasonları İzmir’den günübirlik veya tek gecelik gelenler olduğundan otelinizi önceden ayarlayın. Trafiği de gözününde bulundurun. Ilıca plajı’na uğramayı ve güzel renkli denizi ihmal etmeyin. Güzel fotoğraflar için de Alaçatı sokaklarında sabah erken veya akşamüzeri dolaşın. Belediyenin ücretsiz otoparkları mevcut tabii yer bulabilirseniz...








5 Ocak 2010 Salı

Trinidad, Küba




Ne Zaman Gittik? Ocak 2010

Neler Okuduk? 1988'de Dünya Mirası listesine giren Sancti Spiritus bölgesinin gözbebeği Trinidad'da zaman 1850 yılında durmuş. 1514'te ilk kez Meksikalılar'ın geldiği söyleniyor bölgeye. 17yy.da İngiliz kontrollü Jamaika korsanlarının cenneti olmuş. 19.yy'da ise Haiti'den kaçan Fransız sığınmacılar Valle de los Ingenios vadisinde şeker kamışı üretimine başlamışlar. Şehrin şimdi gördüğümüz yapıları o zamanların şeker üretiminden kazandıkları paralarla yapılmış. Bağımsızlık savaşı sırasında şeker fabrikaları ve bitkiler yangınlarla küle döndükten sonra hala tam toparlanma sağlanamamış. 1950'lerden itibaren turizm açısından önem kazanan Trinidad'da Küba içi uçuşların yapıldığı bir havaalanı var. Araba ile 15 dakikada ulaşılabilen Playa Ancon Küba'nın güney sahilindeki en iyi kumlara sahip. Casilda, La Boca, Valle de los Ingenios ve Topes de Collantes günlük gezilerin yapılabileceği başlıca yerler.

Neler Gördük? Trinidad’ın arnavut kaldırımlı sokaklarına açılan rengarenk kapıları ve pencereleri olan evleri gördük ilk. Akşamları Casa de la Musica’da canlı müzik eşliğinde mükemmel salsa yapan Kübalılar’ı izledik. Eski bir Rus kamyonunun arkasında gittiğimiz Topes de Collantes’te kahve bitkilerini ve palmiye ağaçlarını yakından görerek tanıdık. Yeşil renkte, elli yaşlarında bir Plymouth’a binerek gittiğimiz Playa Ancon’da palmiye döşeli kumsalda bembeyaz kumlar ve masmavi bir deniz ile tropik bir tatil günü geçirdik. El yapımı resimlere, müzik aletlerine, takılara bakarken şehrin ara sokaklarında kaybolup yine de Plaza Mayor’a dönmeyi başardık.

Neler Yedik? Trinidad’da da casa particular (Casa Elda) adı verilen pansiyon tarzı yerde kaldığımızdan, ev sahibi Elda’nın bize hazırladığı yemekleri yedik. Yengeç, lokal balık, kızarmış patates ve muz, siyah fasülyeli pilav (Moros & Cristianos) ile taze meyve suları ki başta guava çok lezzetliydi. Ev sahibimizin sürprizi olan kendi elleriyle hazırladığı (keskin bir bıçakla temizleme, soyma ve doğrama) şeker kamışının tadına baktık. Paladares denilen ailelerin işlettiği lokantalar da güzel bir opsiyon yemek için; Sol & Son’un nefis tavuğu ve değişik atmosferine bir gecemizi ayırdık. Cristal ve Bucanero marka biralar mojito, rom ve diğer kokteyllere alternatif.

Gideceklere Öneriler: Öncelikle Viazul ile seyahat ediyorsanız Trinidad’a gidiş/ dönüşünüzü ayarlamak ve kalacak yer bulmak ilk işiniz olsun. Yoğun bir turizm var. Katılmak istediğiniz turlar varsa vardığınız gün onları da ayarlamalısınız. Çok sakin, küçük bir kasaba; ama çevresinde gezilecek epey yer mevcut. Plajlara en az bir günü ayırmalısınız; Playa Ancon'da gün doğumu ve batımı sineklere dikkat edin. Küba resmi bayrağında da yer alan Tocororo kuşunu görmek için en iyi yerlerden biri bölgedeki yabani parklar. Hava akşam ve sabahları çok serin ve genelde her yer açık hava. El sanatları ve müzikle ilgileniyorsanız, ara sokaklardaki sergileri gezmenizi öneririz. Gün içinde salsa dersi alıp, akşamları canlı müzik eşliğinde saatlerce pratik yapabilirsiniz.

Daha ayrıntılı bilgi isterim derseniz işte Küba günlüklerim...


2 Ocak 2010 Cumartesi

Vinales, Küba




Ne Zaman Gittik? Ocak 2010

Neler Okuduk? Bir zamanlar Vinales vadisi birkaç yüz metre yükseklikteymiş. 100 milyon yıl önce yeraltı suları kireçtaşından oluşan zemini aşındırmaya başlamış pek çok mağara oluşturarak. Zamanla tepecikler çökmüş altındaki boşluklardan dolayı. Ardından günümüze kaya duvarlar kalmış mogote denilen. Kireçtaşı karst vadisi oluşumuna en iyi örnek Caverna Santo Tomas, adanın en büyük mağara sistemi. Mogoteler dışında, Vinales vadisi Dünya Mirası listesinde, doğa tutkunları için biçilmiş kaftan, bereketli topraklarında birçok sebze ve meyve bahçeleri ile tütün tarlaları var. Küba'nın en önemli tütün fabrikası yarım saat uzaklıkta Pinar del Rio yerleşim yerinde, ayrıca Küba'nın kuzey kıyısındaki plajlara günübirlik turlar da düzenleniyormuş.

Neler Gördük? Mogoteler arasında beliren uzun palmiye ağaçları ve kırmızı-turuncu topraklarda uzanan tütün tarlaları.Tek katlı baraka tarzı evlerin balkonunda mutlaka iki sallanan saldalye. Evrim teorisini tasvir eden dev kaya resmi Mural de la Prehistoria. At binen turistler. Yakın zamanda iki büyük kasırga atlatmasına rağmen hala yüzlerce çeşit bitki içeren botanik bahçesi El Jardin de Caridad. Tütün bitkileri kurutulan büyük tütün evleri. Küba'nın en iyi casa particularlarını ve misafirperver halkını.

Neler Yedik? Kaldığımız casa sahibi çok yetenekli bir aşçıydı. Bize birbirinden lezzetli tipik Küba yemekleri hazırladı her sabah ve akşam. Moros y Cristianos (siyah fasülyeli pilav), kızarmış muz, tatlı patates, yengeç, balık, kızarmış tavuk, tamal (mısır ve undan oluşan bir karışımın mısır yaprağına sarılıp pişirilmesi), mısır ve patatesli fasülye çorbası, papaya tatlısı, guava meyvesi, mohito, pina colada, Küba kahvesi, hindistan cevizi suyu bize tattırdıkları. Bizim de bayıldıklarımız.

Gideceklere Öneriler: Otel yerine casa particular'da kalın. Restoran yerine casa particular'da yeyin. Mogoteler arasında yürüyün, at/bisiklet binin ya da her saat başı bölgeyi dolaşan servisi kullanın. Hotel Los Jazmines'ten vadi manzarası izleyin. Yol üzerindeki Parque Nacional Vinales ziyaretçi evinden düzenlenen vadi turlarına katılın. Patio Del Decimista'da Küba'nın en güzel müzik gruplarını canlı dinleyin; İstanbul'a konsere gidenler bile var aralarında. Pinar del Rio'ya birkaç saatliğine gidip tütün ve rom fabrikalarını gezin. Akşam ve sabahları hava serin, kapalı mekan yok; sıkı giyinin. Vadide gezerken acıkma ihtimaline karşı abur cubur bulundurun yanınızda. Çok güvenli bir yer, Havana'dan sonra.

Daha ayrıntılı bilgi isterim derseniz işte Küba Günlüklerim...





31 Aralık 2009 Perşembe

Havana, Küba



Ne Zaman Gittik? Aralık 2009

Neler Okuduk? İspanyollar tarafından 1514'de keşfedilen San Cristobal de la Habana, tarihte Fransız korsanlar ve İngiliz işgalcilere barınak olmuş. 1818'de İngiltere himayesinde Avrupa'ya şeker, kahve, rom ve tütün ticaretine başlayan şehir, 1950'lerde ise Amerika'dan gelen mafyalara kumarhane olarak hizmet etmiş ta ki 1959 Devrimi'ne dek. Fidel Castro yönetimindeyken dünyanın sırtını döndüğü şehir, eski, yıkık ve bakımsız görüntüsünü Dünya Mirası sokaklarıyla ve turizmden elde ettiği gelirle tekrar yenilemeye başlamış. Habana Vieja, Vedado ve Centro Habana olarak üç ana bölgeye ayrılan şehir Malecon sahilindeki dalgaların fotoğraflarıyla ve 50'lerden kalma Plymouth arabalarla dünyada tanınıyor.

Neler Gördük? Her daim sokakta olan Havanalılar’ın rengarenk çamaşırlarlarını okyanusa karşı kuruttuklarını, evlerinin pencere veya balkonlarından dışarı müzik yayını yaptıklarını, birçok cins köpek beslediklerini ve sokaklardaki köpek pisliklerinden de rahatsız olmadıklarını, oturup yemeğe ayıracak vakti içki içmeye, müzik yapmaya ve salsa dansına ayırmayı tercih ettiklerini, peso pizza, çikolata ve dondurma sırasında bekleşmelerini, sıraya girmeye verdikleri önemi, yaşadıkları koşullara rağmen rahat, neşeli ve sağlıklı olduklarını, boş vakitlerini Malecon’da geçirdiklerini, sokakta domuz çevirdiklerini, her karşılaştıkları kişiyle tokalaşmalarını, sokak aralarında beyzbol oynamalarını ve İngilizce bilmemelerine rağmen hemen herkesle anlaşabilme yetenekleri olduğunu gördük Havana’da.

Neler Yedik? Çok önemli ve zengin mutfakları olmamasına rağmen yenilen herşey yakın çevrede organik olarak yetişmekte. Çikolata müzesinde sırada bekleyip sıcak çikolata içtik. Hemen her girdiğimiz barda birbirinden farklı tatta mohito denedik. Coppelio dondurmacısında sıraya girip halkın en sevdiği dondurmanın tadına baktık. Sokak büfelerinden peso pizza, Hotel Nacional’de ananas suyu, Plaza Vieja’daki Taberna de la Muralla’da kendi ürettikleri biraların kokteylleri tavsiye edilir. Kahvaltılar ise geleneksel ekmek arası jambonlu peynir, meyve suyu ve kahveden oluşmakta. Paladar tarzı ailelerin işlettiği lokantalarda deniz ürünleri (yengeç) veya tavuk ile geleneksel yemekleri Moros y Cristianos (siyah fasülyeli pirinç) yanında kızarmış tatlı patates veya muz akşam yemeklerinin vazgeçilmeziydi.

Gideceklere Öneriler: Öncelikle Havana’nın alışveriş merkezleri, kahve dükkanları, restoranlar ve metrolarla dolu gelişmiş bir şehir olmadığını aklınızda bulundurun. Açılış – kapanış saatleri hatta günleri bile elinizdeki son basım gezi kitabından ya da turizm ofisinin verdiği bilgiden farklı olabilir. İnternet sayfaları kısıtlı internet erişiminden dolayı güncel olmayabilir, büyük ihtimalle değildir. Hava değişimi farklılıklar gösterebilir; plaja ayırdığınız gün fırtına kopabilir. Kısacası çok plan yapmadan gidin. Casa particular denilen halkın pansiyon gibi kiraladığı odalarda kalıp gerçek Küba hayatını öğrenin. Paladares denilen devletin değil de ailelerin işlettiği yerlerde yemek yeyin; servis, lezzet ve fiyat açısından çok daha iyi. Kübalılar gibi yapın; tatili aceleye getirmeyin, şartlar nasıl olursa olsun tadını çıkarın.

Daha ayrıntılı bilgi isterim derseniz işte Küba Günlüklerim...




30 Ağustos 2009 Pazar

İstanköy (Kos), Yunanistan




Ne Zaman Gittik? Ağustos 2009

Neler Okuduk?
Milattan önce 11.yy’dan itibaren tarih kayıtlarına geçen bu komşu ada, 1947’de İngiltere tarafından Yunanistan’a gönülsüzce terkedilene dek yaklaşık 400 sene Osmanlı İmparatorluğu topraklarındaymış. O nedenle yaklaşık 2000 kişi, nüfusun %20’si halen Türk kökenli. Beyaz evleriyle ünlü adada bir zamanlar Hipokrat’ın doğduğuna inanılmakta. Bu nedenle Hipokrat Müzesi ve Enstitüsü burada inşa edilmiş.


Neler Gördük? Bodrum’dan çıktığımız deniz yolculuğu yaklaşık bir saat içinde bizi sanki tekrar Bodrum’a geri getirdi sandık; ta ki insanlar konuşana dek... Meydandaki eski, bakımlı ve kullanılmayan cami, Hipokrat ağacı, eski bir bina içindeki kapalı çarşı, tarihi kilise, meydanlardaki kafeler, begonya çiçekleriyle beyaz boyalı evler ve barlar, uzun sahiller, yat limanı, hediyelik eşyacılar bize Türkiye sahillerini anımsattı. Sokakların daha temiz ve bakımlı olduğu gözlerimize çarpmadı değil malesef. Turistik trenler zamanı dar olanlar için güzel bir seçenek.


Neler Yedik? Deniz kıyısında bulunan çoğu restorandan Türkçe kelimeler işittik; Türklerin aşçılığı burada meşhurmuş. Damak tadımız oldukça benzer. Mezelerden ve sıcak olarak da musakka yedik. Bizim yaptığımızdan çok farklı; hamur içinde ve etli olarak pişiyor fırında. Porsiyonlar büyük. Mezeler bizimkilerden pek farklı değil, garson Türk çıkınca bir tabak da karpuz ikram etti.


Gideceklere Öneriler: Bodrum’dan ve Kos’tan sabahları günde tek sefer var karşılıklı. Dakik, rahat ve güvenli bir yolculuk. Türk vatandaşı olduğumuzdan pasaport giriş-çıkış epey meşakkatli ve uzun sürdü. Elbette schengen vizesi istiyorlar AB ülkesi oldukları için. Günübirlik gezi yeterli gelmeyebilir tüm adayı görmek isterseniz. Euro almayı unuttuysanız iner inmez bankamatik var meydanda.


25 Temmuz 2009 Cumartesi

Brüj, Belçika



Ne Zaman Gittik? Temmuz 2009

Neler Okuduk?
Çatıları, kanalları, bira ve çikolatasıyla ünlü bu güzel şehir 2000 yılından beri Unesco koruması altında bir dünya mirası olarak. Tarih boyu Romalılar, Vikingler, İskandinavlar, Flamanlar, Normandiler ve İngilizler’in etkileri altında kalmış. Kanallarla çevrili bu masal şehir ortaçağ boyunca sanatçılara, ticaretle uğraşanlara ve sürgün edilen aydınlara, siyasetçilere ev sahipliği yapmış. 2002 Avrupa Kültür başkenti seçildiğinde 30 yılda bitmesi öngörülen şehir bakımını ve güzelleştirilmesini 3 yılda tamamlamışlar; ve şimdi hak ettiklerini kazanıyorlar turizmden.

Neler Gördük?
Saymakla bitmez. Trenle vardığımız Brüj’de ilk Minnewater’ı gördük; huzur verici sakinliği ve romantikliğiyle. Beguinage’de huzara doyduk; kocaları savaşa giden, gidip de dönmeyen kadınların bölgesinde. Dijver kanalında sandalımsı bir araçla gezdirildik. De Halve Maan’da biranın yapımını öğrenip nefis Brugse Zot adlı imalatından içtik tur sonunda. Markt ve Brug meydanlarında insanları ve konserleri izledik. Dantel, çikolata, patates (fries) müzelerini es geçip güzel havanın da etkisiyle marketleri(Vismarkt-Flea Markt), ara sokakları ve kanal boylarını gezdik.

Neler Yedik?
Her iki adımda bir çikolatacıların olduğu yerde, elbette farklı ve her biri lezzetli çikolatalardan tattık. Simon Stevin Plein’deki Chocolate Line önerilir. 300 çeşit bira satan yerel kafesini arayıp bulup (‘t Brugs Beertje, Kemelstraat üzerinde) deneyebildiğimiz kadar farklı bira içtik. De Halve Maan’de kendi üretimleri Brugse Zot denenmeli. Birada pişen et ve midye önerilmişti okuduğumuz kitaplarda; elbette denedik. Her yer farklı soslarda midye yapıyor; ama bütçeniz ve damak tadınız için Markt meydanındakilerden uzak durup turist tuzağına düşmeyin...

Gideceklere Öneriler:
Haftasonları turist bolluğu ve pazar günübirlikçileri bu güzelim masal kenti sevimsiz bir kalabalıkla işkence yerine çevirebilir. Sokaklardaki küçük yerel dükkanlar gezilmeli; ama pazar günleri kapalı olmaları ihtimalini gözönüne alın. Kısacası Pazar gününü seçmeyin Brüj için. Geceleri sabaha dek çılgın eğlenceden ve gürültüden uzak durmak isterseniz Markt civarında otel aramayın. Brüj küçük bir yer yürüyerek veya bisikletle gezilebilir ve 2 günden uzun kalmak sizi sıkabilir. İnsanlar çok yardımsever ve hemen hemen hepsi İngilizce konuşuyor. İçme suyunu marketlerden satın almanizi ve bay-bayan tuvalet ayrımının genelde olmadığını hatırlatır, iyi yolculuklar dileriz.

31 Mayıs 2009 Pazar

Etna &Taormina, Sicilya


Ne Zaman Gittik? Mayıs 2009

Neler Okuduk? Taormina, Catania havaalanına bir saat uzaklıkta. Messina bölgesinin en turistik yeri. Yaz konserlerine de ev sahipliği yapan Antik Yunan Tiyatrosu, en önemli tarihi mekan. Sadece yayalara açık Corso Umberto 1 üzerinde ev yapımı limon sabunundan, dizaynir mücevherlere kadar herşeyi bulabilirsiniz. Etna manzaralı meydanları nefes keser, deniliyor. Tabii ki Sicilya'ya gelmisken Etna'yi; Avrupa'nın en büyük aktif volkanını görmemek olmaz.

Neler Gördük? Taormina'nın en turistik yer olmasının nedenini, gördüğünüzde siz de anlayabilirsiniz. Ünlü alışveris caddesi Corso Umberto 1 sonundaki meydanda saatlerce oturup vakit geçirebilirsiniz. Taormina'da güneş battıktan sonra her sokak her köşe, bara diskoya dönüşüyor. Gece hayatı Mayıs için bile hayret vericiydi. Taormina'ya gelip de Castelmola'ya uğramamak olmaz imiş. Zorlu bir tırmanış da, lokal otobüsler de sizi oraya çıkartır. Küçük bir dağ kasabası olan Castelmola'da kaleye vardığınızda enfes uçsuz bucaksız deniz manzarası sizi bekliyor. Bir zamanlar tepelerin arasından süzülüp yerleşim yerlerine dek inen alev rengi lav akıntılarının şimdilerde kuru simsiyah taşları üzerinde yürümek, eski kraterler etrafında dolaşmak tüylerinizi diken diken edecek. Kuzeyden ve güneyden Etna'ya çıkış var. Guneyi daha turistik, Zafferania Etnea üzerinden fünikülere binerek daha yüksek kraterlere ulaşabilirsiniz; kuzeyi ise daha cok trekkingciler tercih ediyor.
Neler Yedik & İçtik? Limoncello deniler limondan yapma alkollü içecek ve badem şarabı tadına bakılmasi gerekenler arasında. Cannoli (krema, krem peyniri ve meyveli) ve koni şekilli Arancini (dışı kızarmış pirinç, içi sebze veya tavuk ile doldurulmuş) Sicilya'ya has lezzetlerin başında geliyor. Deniz ürünleri fazla olmasına rağmen burada dondurma ve pizzanın tadı bir başka güzel.
Gideceklere Öneriler: Taormina sahiline yürüyerek inip Isola Bella adlı minik adasini gezip fünikülerle yukarı çıkmanızı tavsiye ederiz. Hediyelik eşya için önerimiz, seramikten yapma tabaklar. Etna'da hava şartları sahile göre daha çetin olduğundan (1900m) iyi bir çift ayakkabı ve yağmurluksuz gitmeyin. Lav taşından yapma eşyalara dokunmak ve lav toprağında yetişen üzümlerden üretilen Etna Rosso kırmızı şarabını tatmak hayat boyu bir kez karşınıza çıkacak bir şans.



Harita

21 Mayıs 2009 Perşembe

Battle, Hastings – İngiltere



Ne Zaman Gittik? Mayıs 2009


Neler Okuduk? 1066 yılında İngiltere tarihinin değişmesine neden olan bu savaş İngiltere ve Kuzey Fransa (Normandiya) arasında gerçekleşmiş. Tarihi bilgilere göre tam bu kasabada mücadele göğüs göğüse gerçekleşmiş. Fransızlar daha güçlü ve tecrübeli bir ordu ile saldırdıklarından ötürü savaşı şüphesiz kazanmışlar. Savaş ardından Normandiya generali William savaştaki kayıplar adına Battle Manastırı’nı (Battle Abbey) yaptırmış. Bir ek bilgi de ilgilisine; 17.yy’da bu bölge Birleşik Krallık’ın havai fişek üretim yeri imiş.


Neler Gördük? İlk bakışta İngiltere’nin herhangi bir yeşil, şirin kasabası gibi görünen Battle’da en önemli nokta Battle Abbey idi. İçeriyi gezmek istediğimizde interaktif audio turun, savaş alanını gezerken savaşı bir şekilde yaşama olanağı veren ödüllü bir tur olduğunu öğrendik. Savaş dışında, bölgenin o yıllardaki ekonomisini, kültürünü, halkın yaşayış biçimini gösteren çok sayıda belge ve resimler müzede sergilenmekte. Tarihe ve savaşlara meraklı olanlara hitap etmekte.


Neler Yedik? Civardaki publarda fısh & chips ile geleneksel İngiliz pub yemekleri ve tabii ki çeşitli bira, ale ve cider bulabilirsiniz.


Gideceklere Öneriler: Havanın yağışlı olmadığı gün tercih edilirse çok güzel vakit geçirilir. Yakınlardaki Eastbourne sahiline de uğramanız hafıf kısa bir yürüyüşle muhteşem manzaraya doymanız tavsiyemizdir.


26 Ekim 2008 Pazar

Ventimiglia, İtalya



Ne Zaman Gittik? Ekim 2008
Neler Okuduk? İtalya-Fransa sınırındaki kıyı İtalyan kasabası geçerken görmek, bir yemek molası vermek için güzel bir yer. Roia Nehri'nin denize döküldüğü yerde merkezlenmiş bu sevimli kasaba turist akınına uğrayan bir yer değil. Nehrin batısındaki eski yerleşim bölgesinde 11yy'dan kalma kilise hala bakımlı ve hizmete açık. Kilise etrafındaki dar sokakların eskiliğine rağmen insanlar hala yaşamakta.
Neler Gördük? Menton'dan araba ile kıyıdan giderseniz yaklaşık bir 10dk içinde İtalya sınırları içerisindesiniz. Trenle yolculuk yarım saati bulmakta imiş. Yokuş tırmanıp inerek eski bölgeyi gezdik, güzel manzaralar bulduk, köprülerden geçip yeni bölgede öğle yemeği yedik. Merkezdeki pazardan çeşit çeşit peynir ve taze makarna aldık. Çakıl taşlı plajında güneşlendik.
Gideceklere Öneriler: Fransa'dan yapabileceğiniz alışverişi (peynir, zeytin ürünleri, şarap, makarna vs) yarı fiyatına buradan yapabilirsiniz. Cumartesi günleri kaçak malların satıldığı büyük bir pazar kurulmakta ve Fransızlar'ın kalabalık ilgisine neden olmakta imiş. Sınırlarda biz kontrole yakalanmadık; ama yakalanma ihtimaline dikkat. Pizzadan tiramisuya, lazanyadan kahvesine dolu bir öğle yemeğini Fransa'dakinin yarı fiyatına hem de daha lezzetli olarak yememeniz işten bile değil. Birkaç saati orada geçirilip yola devam edilmesi önerilir.
Harita

21 Ekim 2008 Salı

Nice, Fransa


Ne Zaman Gittik? Ekim 2008
Neler Okuduk? French Riviera (Cote'd Azur) denildiğinde akla ilk gelen şehir Nice olsa gerek. Fransa'nın güney kıyısındaki bu güneşli şehir, 18.yy'da İngilizler kış aylarını burada geçirmeye başladıktan sonra önem kazanmaya başlamış. Promenada des Anglais oalarak adlandırılan sahil yolu, Nice şehri boyunca yeralır. Turizmin en önemli gelir kaynağı olduğu şehir, farklı yemekleri ve deniz ürünleri, plajları ve meydanlarıyla da ünlü. İtalya'ya otobanla yaklaşık 30dk mesafede olduğundan, Fransızlardan sonra nufüsun büyük bir kısmını İtalyanlar oluşturmakta.
Neler Gördük? Massena meydanının şehrin merkezinde olup da eski ve yeni şehri ayırması özelliğini, Cours Saleya olarak bilinen çiçek pazarında, pazartesi hariç hergün rengarenk ve taptaze çiçeklerin, baharatların ve kurtulmuş sebze ve meyvelerin satıldığını, Mont Boron'dan şehrin kuşbakışı izlendiğini, limandaki irili-ufaklı tekneleri, şehirde sahil boyunca upuzun bir plaj olduğunu ve denize girilebildiğini, eski şehrin dar sokaklarındaki değişik alışveriş mekanlarını, birbirinden güzel sunulmuş yemeklerini, kahvelerini gördük.
Gideceklere Öneriler: Havaalanı şehre çok yakın. Sahil yolu uzun yürüyüşlere ve bisiklet gezilerine değer. Biz müzeler yerine ara sokakları tercih ettik bu şehirde. Bir de kendine has yiyeceklerini; socca (bir çeşit krep), taze makarna, fruit de mer (deniz ürünleri tabağı) gibi. Kalabalık mekanlara girerseniz pişman olmazsınız. Biraz pahalı bir şehir, tuvaletler bile paralı. Bir de bize "Türkler tüm kötü özelliklerini Fransızlar'dan almış" dedirtti ;) Şehir tüm zamanını plajda geçirmek istemeyenler için biraz küçük gelebilir; araba kiralayarak kıyıları gezebilirsiniz. Ne de olsa 30 dakikada ver elini İtalya.

29 Eylül 2008 Pazartesi

Fistral Beach-Newquay, Cornwall


Ne Zaman Gittik? Eylül 2008

Neler Okuduk? Fistral Plaji, İngiltere'de sörf yapılabilen en büyük plajlardan birisi. Atlantik Okyanusu kıyısında, Newquay, Cornwall sınırları içerisindedir. Hava koşulları ve rüzgar nedeniyle doğal bir amfitiyatro görünümünde olan plajda gel-git olayının etkisi büyüktür. Bu nedenle plaj kumdur, dümdüzdür ve sular tamamen çekildiğinde 750m genişliktedir. Sorfe yeni başlayanlar için de uygun olan plajda hemen hemen her haftasonu önemli yarışmalar yapılmakta. Ingiltere Sörf Fedarasyonu'nun yeri de buradadır.

Neler Gördük? Sabahları, sörf derslerine katılan bizim gibi her yaştan birçok öğrenci; öğleden sonraları ise ailesiyle güneşlenmeye gelen, sörf müsabakalarını izleyen ve voleybol oynayan birçok insan. Birkaç filmde gördüğümüz eski otel plaja kuşbakışı bakıyor. Newquay merkeze 15dk yürüme mesafesi olan plaj, güneşli havalarda epey kalabalık görünüyor.

Gideceklere Öneriler: Sörf malzemeleri kiralayabileceğiniz yerler, ders alabileceğiniz klupler, sörf malzemesi satan mağazalar, karnınızı doyuracak kafeler, duş alabileceğiniz kabinler ve hatta yarışmalarda kullanılan sörflerin bulunduğu müze de plajda yer almakta. Yaz haftasonları son derecede kalabalık olacağından sörf için daha fazla dikkat gerekmekte. Sörf ve denizle alakası olmayanlar için plaja bakan yüksek düzlükte golf alanları mevcut.


Harita

3 Ağustos 2008 Pazar

Kütahya, Türkiye



Ne Zaman Gittik? Temmuz 2008

Neler Okuduk? Porsuk kıyısına kurulmuş olan Kütahya şehri, eski zamanlarda Mezopotamya’ya giden yolun önemli duraklarindan biri ve Frikya’nin önemli şehirlerindendi. Romalılar'dan sonra Selçuklular, Germiyanoğullari ve Osmanlı hakimiyetine geçen topraklar, Sultan Selim zamanında imparatorluğun seramik ve çini üretim yeri haline geldi. Bizanslılar'dan kalma panoramik şehir manzaralı Kütahya Kalesi, tarihi evlerin korunduğu Germiyan Caddesi, 14.yy’dan kalma Ulu Cami’si ve çevredeki kaplıcaları ziyaret edilmesi gereken yerler.

Neler Gördük? Günümüzde de Orta Anadolu’yu batıya ve İstanbul’u güneye bağlayan önemli duraklardan biri olduğunu, Germiyan Caddesi’ndeki Germiyan Konağı’nı ve tek tek her odasını, cimcik, tirit, tosunum gibi değisik isimli ama birbirinden leziz hamur işlerini, Dumlupınar Üniversitesi sayesinde gece hayatının renklendiğini, yeterince korunamamış Kütahya Kalesi’ndeki döner gazinoyu ve yerdeki çekirdek kabuklarını, şehrin gelişmekte olduğunu gördük. Ayrıca Evliya Çelebi’nin Kütahya'lı olduğunu da duyduk.

Gideceklere Öneriler: Tatile Kütahya üzerinden gidenlere bir gece orada konaklamalarını ve şehri az da olsa tanımalarını, hatta guneybatı yönündeki Çavdarhisar’daki Zeus Tapınağı’nı da görmelerini, Murat dağlarında kamp yapmalarını, ya da Dumlupınar ve Zafertepe’de Kurtuluş Savaşı’nı anmalarını, merkezdeki ünlü tostçudan yemelerini, eski çarşıdaki Helvacı Sabri’den helvalarını alıp, döner gazinoya çıkarmalarını, zaman varsa ve mevsim uygunsa kaplıcalara uğramalarını, fabrika satış mağazalarını gezip porselen çaydanlık almalarını öneririz.

4 Mayıs 2008 Pazar

Louvre Müzesi, Paris


Ne Zaman Gittik? Mayıs 2008

Neler Okuduk? 12.yy başlangıcında Avrupa'nın en büyük şehri Paris'i kuzeyden gelebilecek ataklara karşı korumak amacıyla kale surlarıyla çevrilen saray, 1793'de Fransız İhtilali ile birlikte bugünkü şeklini almış ve bir bölümü sanat müzesi olarak halka açılmış. 1996'da başbakan Jacques Chirac'ın desteğiyle modern bir görünüme kavuşmuş; özellikle piramit sayesinde. Yılda 6 milyon ziyaretçisi olan müze Richelieu, Sully ve Da Vınci'nin Mona Lisa'sı, Afrodit heykeli(Venus de Milo) ve Michelangelo'nun The Dying Slave'inin de bulunduğu Denon bölümlerinden oluşmakta. Eski kale surlarının kalıntıları da Medieval Louvre'da görülebilmekte.

Neler Gördük? Nehrin kenarındaki muhteşem ve heybetli yapı Dünya'nın her yerinden gelen sanat eserleriyle dolu. Müzede her çağdan ve her kıtadan birşeyler bulabilmek mümkün; ama sanat eserlerinden çok turist var desek eminim yanlış olmaz. Fotoğraf çekmenin serbest olması aklımıza acaba bunlar kopya eserler mi sorusunu getirmedi değil. Eserlere elinizi sürmeyin diye notları salonlarda göremedik; fakat girişte bulabileceğiniz broşürde yazmakta: "Do not touch works of art" diye.

Gideceklere Öneriler: Müthiş turist kalabalığına ve sıralarda beklemeye hazırlıklı olun. Kalabalıktan uzak sakin bir sanat gezisi için ünlü eserlerin bulunduğu Denon bölümünden uzak durun. Yorulup acıkanlar için müze içinde kafeler bulunmakta. Belli yerlerin dışında yiyecek ve içecek yasak. İnce eleyip sık dokuyan biriyseniz bir gün size yetmeyecektir. Turizm ofisinden müze kartı alıp birkaç gün giriş yapabilirsiniz, hem daha da ekonomik olur. Gezi sonrası Tuileries ve Carrousel bahçelerinde hava alıp dinlenebilirsiniz; parklardaki kafelerde salata ve kahve tavsiye edilir.

Harita

3 Mayıs 2008 Cumartesi

Eyfel Kulesi, Paris

Ne Zaman Gittik? Mayıs 2008

Neler Okuduk? 19.yy'da Paris'te yapılan bir fuar için geçici olarak inşa edilen kule 300m yüksekliği ile o zamanlar dünyanın en yüksek binasıydı. Bir fabrika kulesini andıran yapının şehri çirkinleştirdiği gerekçesiyle birçok insan yıkılması için protestalar düzenledi. Yirminci yüzyılda telgraf binası olarak kullanılmaya başlamasıyla son anda yıkılmaktan kurtulan Eyfel'in telekomünikasyona hizmetin yanısıra Paris turizmine katkısı büyük. Birinci, ikinci ve çatı katı bölümlerinden oluşan kulenin en güzel manzaralarının 2.kattan izlenildiği söylenmekte.

Neler Gördük? Gün aydınlığında demir yığınını andıran görüntüsüyle bizi hayal kırıklığına uğratsa da gece ışıklarında gönlümüzü almasını bildi. Dikkatimizi çeken başka bir nokta ise uzun bilet kuyruklarıydı. Merdivenlerinden tırmanmayı seçmekle pişman olmadık. Harika şehir görüntüleri her adımda bizi etkiledi. Kuşların altımızda uçtuğu kuleye gün batımında tırmanmakla hem gündüzü hem geceyi çoook geniş bir alanda izleme fırsatını bulduk.

Gideceklere Öneriler: Şehri tanımak ve yönünüzü anlamak için ilk gidişte yapılması gereken bir gezi. Yol yorgunluğunuzu uzun kuyruklarda bekleyerek atarsınız. Çoğu Parisli bu kuyruklar yüzünden bir kez bile çıkamamış kuleye. Tam turist merkezi. Zenginseniz sırada bekleme zahmetine girmeden Jules Verne adlı restoranda yerinizi ayırtın; başlangıçlara 60, şaraba ve ana yemeklere 100'er euro vermeyi göze alın. Birinci ve ikinci katlarda daha makul fiyatlarda kafe ve restoranlar da bulunmakta merak etmeyin. Yukarıda en az bir saat geçirin, hatta gün batımında gidin; atmosferi bir başka oluyor.

Harita

20 Nisan 2008 Pazar

Hohensalzburg Fortress, Salzburg



Ne Zaman Gittik? Nisan 2008

Neler Okuduk? Hohensalzburg Fortress olarak bilinen 900 senelik kale Avrupa’nin en büyük (14 bin m²) ve en korunaklı istihkamlarından. Alman Imparatoru ile o zamanın Papa'sı arasındaki çekişmeler sürerken halkı ve din adamlarını koruma amacıyla inşa edilmiş. Roman duvarlarıyla çevrili olan yapıya, her yeni gelen Archbishop tarafından ilaveler yapılmış. Günümüzde Salzburg şehrinin önemli taşlarından biri olsa da mülk özel bir federasyona ait.

Neler Gördük? Yürüyerek gezebileceğiniz, Mozart’in Salzburg şehrinde başınızı biraz yukarı kaldırdığınızda her yerden görebileceğiniz kale, şehrin en güzel manzaralarını izleyebileceğiniz tek yer. Filmlerden hatırlayacağınız bembeyaz kuleleri biraz solmuş renkte olsa da heybetli. Audio Guide tur ile kalenin önemli odalarını, kukla ve işkence müzelerini gezerek o zamanların tarihi ve kültürünü öğrenebilirsiniz.

Gideceklere Öneriler: Kapitelplatz meydanından Festungsgasse’yi takip ederek kaleye 20 dakikada tırmanabileceğiniz gibi, yaklasik 200 sene once yapılmış funikulerle de yukarıya 1 dakikada ulaşabilirsiniz. Kukla müzesini mutlaka gezin. Şehrin fotoğraflarını çekmek için uygun bir ışık varken gidin. Yazın geç saatlere kadar açık olan kale duvarları içerisinde kafeler bulunmakta. Toplam geziniz 3 saati bulmayabilir, gideceğiniz zamanın kalabalığına bağlı olarak tabii.

18 Nisan 2008 Cuma

Salzburg, Avusturya



Ne Zaman Gittik? Nisan 2008

Neler Okuduk? Wolfgang Amadeus Mozart'ın doğduğu ve yaşadiği şehir, The Sound of Music (Neşeli Günler) müzikalinin ve filminin şehri, küçüklüğüne rağmen 3 üniversitesi bulunan Alpler’in eteğindeki Almanya sınırındaki Avusturya şehri 1997’den beri Unesco koruması altında. Salzburg’un anlamı Tuz Kalesi demek ve bu isim de 8.yy’da Salzach Nehri’ndeki tuz ticaretinden dolayi verilmiş. Şehirde Almanca konuşulmakta ve genç nüfüs, üniversitelerden dolayi, çoğunluğu oluşturmakta.

Neler Gördük? Masal şehir Salzburg’ta Mozart’in doğduğu ve yaşadığı evin dışında, dünyaca ünlü barok mimarisinin ağırlıklı olduğu Old City denilen bölgenin evleri ve katedrallerini, Mirabell bahçelerini, nehir kıyısını ve köprülerini, Hohensalzburg Kalesi'ni, Festival salonunu, merkezdeki tüm meydanlari, pazarları gördük şehri yürüyerek gezdiğimiz için. St Peter kilisesinin bir salonunda Mozart’in ünlü eserlerinden oluşan mükemmel bir piyano konseri dinledik. Gardan otobüse binip Parsch’a gidip, yürüme rotalarından birini seçerek dağlarda, çayırlarda temiz Avusturya havasına doyduk.

Gideceklere Öneriler: 2-3 günde rahatlıkla gezebileceginiz şehirde, en onemli yer Old City ve nehrin kenarları. Gar bölgesine ve kuzeyine gitmeye gerek yok. Residenz Meydanı'nda 35 çandan oluşup 40 farklı ses çıkaran ve her saat başı çalan Glockenspiel’i ve yerlilerin gittiği yerlerde Mozart'ı dinleyin. Kukla tiyatrosuna gidin ve Mozartqukel denilen yuvarlak çikolataları buraya mahsus, bir deneyin. Nehir kenarındaki eski otelin ünlü kekinden tadın ve tabii yerel bira için. Şaşırtıcı, ama etrafta orada yaşayan epey Türk olduğunu göreceksiniz.

18 Mart 2008 Salı

Coit Tower/Telegraph Hill, San Fransisko


Ne Zaman Gittik? Mart 2008

Neler Okuduk? 1853 yılında batıdaki ilk telgraf istasyonun kurulduğu tepe Mark Twain dahil birçok ünlü artist ve yazara ev sahipliği yapmış. Lillie Hitchcock Coit San Fransisko yangınlarında birçok tanıdığını kaybetmiş ve kendisini itfaiye işlerine adamış bir bayan ve ölümünden sonra çok sevdiği şehre kendisini hatırlatacak bir anı bırakmak istemiş. İtfaiye hortumunu andıran kule, şehri 360 derece kuşbakışı görmenizi sağlamakta ve giriş katındaki resimlerde 1930ların Kaliforniya'sı sergilenmekte.

Neler Gördük? Lombard'ın kıvrımlarından kendinizi aşağı bırakıp Coit Kule'ye tırmanmak, San Fransisko'nun tepelerini yaşamaya birebir. Dönerek çıktığımız açık alanda ücretsiz park yeri bulunmakta. Giriş katındaki resimler kulenin duvarları ve pencereleriyle bütünleşmiş. Asansörle çıkılan kuleden güzel fotoğraflar çekmenin yanı sıra şehrin genel yerleşimi, sokakları ve tepeleri harika görünmekte.

Gideceklere Öneriler: Giriş ücretinin 5$ civarında olduğu kule, olmazsa olmazlardan bir yer; fakat kulede camların ardından fotoğraf çekmek zorundasınız. Amerika'nın her yerinde olduğu gibi asansörü çalıştıran bayan bahşiş beklemekte. Kule akşam 5'te kapanıyor, fakat üzerinize ceketinizi, elinize kahvenizi alıp gece de tepeye tırmanıp şehrin ışıklarını izlemeniz önerilir.